Doç. Dr. Abdullah Karatay*
Dünyaya, iyi düşünceler ya da ütopyalar genelde uygulamalardan önce gelir. Elbette onların kendinden önce yaşanmış felaketlerle hesaplaşması da vardır; ama genelde ‘erkencidir’ ütopya. Önümüzde koşup gider ütopya. Vicdanımızın, iyilik yapma isteğimizin, eşitsiz toplumsal koşullardaki engelleri aşa aşa ilerleyen yanlarımızdan biridir ütopya.
Ama ütopyaların, iyilik beyanlarımızın kendi başına bir çözüm olmadığını biliyoruz, hatta çoğu kez varlıkları bizleri rehavete sürükler ya da birilerince daha iyi şeyler yapmama için bir araç olarak kullanılabilir. Birçok konuda ya da birçok konu kümesine dair ütopyalar üretmiştir insanlık. Bazıları da çocuklar hakkında olanıdır. Çocuk Hakları Sözleşmesi biraz böyledir, kolektif bir çabanın ürünü olsa da. Çocuklar toplumun en masum, en savunmasız, herkesle en mesafeli toplum kesimi olduğu için, hakkında romantik üretimlere çok müsait bir toplumsal kurgudur. Onlar söz konusu olduğunda en zalimlerimizin bile gözlerinden yaşlar akabilir, içinde uyuyan meleği dürterek. Yani çocuklar gerçekçi olmayan, irrasyonel yanlarımızı devreye sokarak bir romantizm de üretebilecek bir cazibeye sahiptir. ‘İyilikler arasında en birinci ona yapılacak iyiliktir’ duygusunu inşa eder her birimizde.
Ancak çocuklara dair koruyucu kurallara, bilgilere, ulusal ve uluslararası düzenlemelere en çok sahip olduğumuz bir zamanda; istatistikler çocuklara dair kötü pratiklerin azalmadığını söylüyor. Bugün sadece bizde değil; dünyanın zengin bölgelerinde de çocuk yoksulluğu, çocukların eğitimden yoksunluğu, ihmal ve istismarlardan korunamama ve sağlıklı bir gelişim için gerekli haklara dair çok çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunduklarını biliyoruz çocukların.
Yine de iyi şeyler konuşmaktan vazgeçmemek lazım tabi. Çocukluğun, tarihin belli dönemlerinde inşa etmeye başladığımız ve görece modern bir kurgu olduğunu biliyoruz. Modern öncesi toplumsal yapılarda yetişkinler dünyası içinde eriyip giden, çalışma yaşamını yetişkinlerle paylaşan çocukların modern zamanlarda daha fazla, ailenin psikolojik nesnesi ve kendi için özne olmaya başladığını görüyoruz. Bu sürece de bakıldığında her şeye rağmen ciddi bir ilerleme olduğunu teslim etmek gerekiyor. Bugün sosyal bilimlerde çocukluk çalışmaları ayrı bir alan olarak yer almakta; çocukları korumak, yargılamak, eğitmek için daha fazla çocuklara özgü kurallar ve kuruluşlara sahibiz.
Çocuk, gittikçe yurttaşlar cemaatinin özerk bir parçası olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Artık yetişkinlerin hayali geleceklerini kuracak olan şimdiki araçlar değil, şu an yaşayan hak sahibi yurttaşlar olarak kabul edilmektedir; en azından söylem düzeyinde ve en azından dünyanın büyük kısmında.
Bu süreç bir anlamda çocuk hakları ve çocuk haklarına dair yaklaşımların gelişimi olarak da okunabilir. Başlangıçta sorun merkezli yaklaşımda, çocuklar tehlikelerden korunması gereken zayıf kesimler olarak algılandı. Bu nedenle bir özne olarak çocuk, bizim tarafımızdan hakları tanımlanan ve bizim tarafımızdan korunan bir kişi olarak tanımlandı; yani çocuklara hala yetişkinler dünyasından bakılmaktadır. Çocuk haklarına dair ilk metinler bu bakış açısı ile kaleme alındı. Çeşitli kavram setleri geliştirildi: çocuk hakları, çocuk koruması, çocuk refahı ve şimdi de çocukların iyilik hali yaklaşımı.
Çocuk haklarına yaklaşımdaki temel kırılma; çocukların bir özne olarak katılımını esas alan ve şimdiki zamana vurgu yapan çocuğun iyilik hali (well-being) yaklaşımı ile ortaya çıkmıştır. Yeni yaklaşımda çocuk merkezlilik yanında, çocuğun iyilik hali çoklu göstergelerle ve disiplinler arası bir yaklaşımla tanımlanmaya başlandı. Çocukların hakları bedensel, sosyal ve psikolojik iyiliklerini tümünü kapsayan “göstergelerin” toplamıdır. Çocuğun iyilik hali tek ya da bir iki göstergeye göre değil; bütün ihtiyaçlarını, bütün yönlerini içeren ve somut göstergelere göre tasnif edilen gösterge alanlarına sahiptir. Bütüncül bir yaklaşımdır kısaca.
Çocukların, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve kültürel koşullara bağlı olarak farklı göstergelere göre tanımlanmasına ilişkin birçok ülkede çalışmalar yapılmaktadır. Çocukların iyilik haline ilişkin bütünsel göstergeler demeti çıkarmaya ilişkin UNICEF gibi uluslararası kuruluşların çalışmaları yanında, tekil olarak birçok araştırma kuruluşu ya da bireysel olarak akademisyenlerin özel sorun alanlarına ilişkin çokça çalışmaları bulunmaktadır. Ülkemizde de çocuğun iyilik haline ilişkin göstergelere yönelik çalışmalarda bir artış eğilimi görülmektedir.
Çocuğun iyili hali yaklaşımının gelişmesinde iki önemli dinamik yer alır: 1960’lı yıllarda başlayan ve sürekli genişleyen ‘çocukluk sosyolojisi’ çalışmaları ile ‘çocuk hakları’nın kavramsallaştırmasının formal bir kavram olarak ulusal ve uluslararası mevzuatta yer alması. Çocuklara ilişkin idari/resmi verilerin kayıt altına alınmaya başlanması, çocukların öznel bakış açısına önem verilmeye başlanması ve çocukların bir gözlem birimi olarak kabul edilmesi gibi yöntemsel gelişmeler de bu süreçte etkilidir.
Ben-Arieh bu yaklaşımın evrimini şöyle özetliyor: Çocukların korumasında ilgi, çocukların fiziksel sağlıkları ve hayatta kalmalarından, çocukların ‘yaşam kalitesi’ne doğru evirilmiştir. Artık çocuklar gelecek perspektifiyle değil, şu an yaşayan aktif bir özne olarak muhatap kabul edilmektedir. Çocukların korumasına ilişkin göstergeler genişlemektedir. Doğum, beslenme, eğitime katılma gibi geleneksel alanlara; çocukların toplumsal yaşama katılımı, çocuk görüşü, çocuğun gündelik yaşamdaki güvenliği gibi yeni göstergeler de dahil edilmektedir. Bu yaklaşım Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin dört temel ekseninden biri olarak çocukların katılım hakkı başlığı altında somut olarak yerini almaktadır. Sonuç olarak çocukların bir bütün olarak korunması düşüncesi çocuğun yaşantısının bütün alanlarına kapsayan göstergeler demetini kapsayan bir kapsamda değerlendirilmektedir.
Toplum olgusal olarak değiştikçe, korumaya ilişkin göstergeler de değişmeye devam edecektir, etmelidir. Hayat dinamiktir, hayat çocuklar için sürekli değişen riskler üretebilmektedir. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde çocuklara ilişkin sorunların çeşitlenmesi (cinsel istismar, çatışma ortamlarında kalmaları, sokaklarda yaşamak zorunda kalmaları, doğal yaşam ortamlarını terk etmek zorunda kalarak mülteci olmaları) çocukları korumaya dair, hem kamunun hem sivil inisiyatiflerin dinamik, hassas ve etkin olmaya devam etmelerini gerektiriyor. Çocuk hakları bu şekilde genişleyebilir ve kapsayıcı bir hal alabilir, çocukların hayatındaki 23 Nisanların sayısı artar. Günümüzde buna en uygun yaklaşım çocuğun iyilik hali yaklaşımıdır.
* Üsküdar Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Başkanı